Sunuş

Bu site, sur içi Lefkoşalıların önemli bir bölümü, gözünü surlar dışındaki lüks bölgelere çevirip, ilk fırsatta sur içi Lefkoşa’yı terk edip giderken; her türlü zorluğa ve tehlikeye göğüs gererek şehri terk etmeyenlere, özellikle esnafımıza teşekkürlerimizi sunmak için yapılan üç fotoğraf sergisinin bir özetidir. Benim, sur içi Lefkoşa ile özel bir ilişkim var. Şehre çok özel bir şekilde bağlıyım ve bu şehrin, canlı olduğunu, düşünceleri olduğunu düşünürüm. Nitekim bazen, Lefkoşa bana konuşur. On yıldan fazla bir süre önceydi. Kızım Hazar’a doğduğum büyüdüğüm yerleri tanıtmak istedim ve onunla bir gün sur içi Lefkoşa’ya gittik. O dönemde, eski Lefkoşa dibe vurmuş durumdaydı. Suç oranı çok yüksek, güvenlik çok zayıftı. Buna rağmen, Hazar’ı gezdirdim ve ona, şehri, mümkün olduğunca tanıttım. Ama çok rahatsızdım. Lefkoşa’yı bu şekilde görmekten çok rahatsızdım.

Ve o gece sur içi Lefkoşa bana konuştu. Bir anlamda bana fırça attı, ama sevecenlik de eksik değildi. Lefkoşa bana şunları söyledi:

“Gelmiş sokaklarımda turist gibi dolaşıyorsun… Nostalji yapıyorsun… Şimdiki sakinlerime aşağılayıcı bakışlarla göz atıp yürüyorsun… Doğduğun, büyüdüğün sokaklar boyunca yürüyüp geçmişi hatırlıyorsun… Ama sen nankörsün… Böyle gezilerle eğleniyorsun… Acı gerçeği görmüyorsun… Beni terk ettiğini hiç düşünmeden yeni sakinlerimi eleştiriyorsun… Sen nankörsün… 

Unutma, yıl 1954’tü… Sen dünyaya gelmiştin… Karababa’da… Seni bağrıma basmıştım… Kucaklamıştım… Daha sonra Lise’nin arkasına taşınmıştınız… Seni yine kucaklamıştım… Bütün sevgimle… Sonra 1958’de sadece seni değil, Çağlayan, Kumsal gibi semtlerde güvenlikte olmayan akrabalarını da kucaklamıştım… Sevecenlikle… Fedakarlıkla… Kapının önüne atılan göz yaşartıcı bombayı unutma… Evde otururken gözlerinizin nasıl yaşardığını unutma… 

1963’ü de unutma… Yine surlarımın dışında yaşayan akrabaların, güvenliği benim kucağımda, senin Polis Sokak’taki evinde bulmuşlardı… Sen küçük bir çocuktun ama abilerin beni savunmak için ölümü göze almışlardı… 

1974’e kadar birlikte yaşadığımız yoksullukları ne çabuk unuttun… Yaşadığımız acıları ne çabuk unuttun? Sokaklarımda lingiri oynadığını, top koşturduğunu, küçük eski yeşil bisikletinle dolaştığını, hisarlarımda kuş lastiğinle kertenkele avladığını nasıl unutursun? Yasemin kokularımı nasıl hatırlamazsın? 

1974’te de yine bendim tüm sevdiklerine kucak açan… İki odalı evinizde yaklaşık 30 kişi yaşadığınızı hatırla… Ama doğru… Sen de bu arada beni savunmakla meşguldün… Hatırlar mısın, beni savunmak için ölmeyi göze almıştın…

Ama sonra ansızın beni beğenmemeye başladın… Gözün dışarılardaydı… Köşklüçiftlik, Kumsal, Yenikent gibi semtlerde… Ve çıktın gittin… Beni terk ettin… 

Peki şimdi niye ağlıyorsun “şehrim elden gitti” diye… Niye timsah gözyaşları döküyorsun?… Bana sahip çıkanlar, şimdi senin aşağılayıcı bakışlarla süzdüğün insanlar olmadı mı?

Sokaklarım hâlâ sana açık, hisarlarımda hâlâ kertenkeleler var, yaseminlerimin kokusu hâlâ yerinde… Yeter ki sen iste… Ben buradayım…”

Ertesi gün Kıbrıs gazetesinde yayınlandığında, beni arayan Lefkoşa’lılar, gözleri nemli bir şekilde, kendilerinin de aynı duyguları yaşadığını söylüyordu. Bazıları da, gururla, “Ben terk etmedim. Hala buradayım” diyordu.

Bu arada, babası Erdinç Gündüz’le olan yakınlığımızdan dolayı elimizde büyüyen müzisyen Arda Gündüz, yazıyı görünce hemen gitara sarıldı. Ben de yazının sözlerini şarkı sözü formatında toparladım ve Arda, “Ben Lefkoşa (Nankör)” şarkısını besteledi. Sözler şöyle:

Nankör

Gelmiş sokaklarımda turist gibi dolaşıyorsun.
Şimdiki sakinlerime göz atıp yürüyorsun.
Doğduğun büyüdüğün sokaklar boyunca
Yürüyüp, geçmişi hatırlıyorsun.


Eski yeşil bisikletinle dolaştığını,
Yasemin kokularımı nasıl unutursun?
Ama sen nankörsün.
Sen nankörsün.


Şimdi niye ağlıyorsun,
Lefkoşam elden gitti diye?
Niye, timsah gözyaşları,
Durup durup döküyorsun?


Sokaklarım hala açık,
Yaseminler hala yerinde,
Yeter ki iste ben buradayım.


Eski yeşil bisikletinle dolaştığını,
Yasemin kokularımı nasıl unutursun?
Ama sen nankörsün.
Ben Lefkoşa.”

Ben Lefkoşa

Yaklaşık iki yıl sonra ise Lefkoşa bana yine konuştu. Beni affetmişti. Hemen yazdım ve ertesi gün Kıbrıs gazetesinde yayınladım.

“Lefkoşa beni affetti

Önceki gece yeğenim Yusuf’un evine misafirliğe gittik… Yusuf, Köşklüçiftlik’te Yahya Usta’nın karşısındaki bir apartmanın üçüncü katında oturur… Tabii ki hemen balkona rakı sofrasını kurduk, oturduk sohbet ediyoruz… Hava henüz kararmamıştı… Balkondan görünen manzara çok güzel… Lefkoşa surlarından 100 metre mesafedeyiz… Surlar görünüyor…

Solda Cumhurbaşkanlığı, sağda Kanlı Mescit… Arkada, ihtiyar Lefkoşa’nın kiremit damlı evlerinden oluşan şehir silüeti…

Sonra yavaş yavaş hava kararıyor… Ve bir süre sonra, şehir silüetinin arkasından yavaş yavaş ay doğuyor… Ama ne ay… Sanki güneş gibi… Dolunay… Böyle bir güzellik olamaz… Sanki Lefkoşa bana, “bak bende ne güzellikler var” der gibi…

Yusuf hemen kamerasına sarıldı ve görüntüyü fotoğrafladı… Mükemmel bir görüntü… Bu arada Lefkoşa yine bana konuşmaya başladı… Daha önce de konuşmuştu… “Sen nankörsün… Beni terk edip gittin” demişti…

Şimdi, bu görüntüyle sanki bana, “Sana nankör demiştim… Doğru, sen nankörlük ettin… Ama seni affediyorum… Sana güzellikler sunuyorum… Bak ay benim üzerimde ne güzel parlar… Sana kızmıştım ama sen benim çocuğumsun… Sana dargın kalamam… Hem sen de kendini affettirmek için çalışıyorsun… Her Cumartesi Büyük Han’a gittiğini bilmiyor muyum sanıyorsun… Seni affettim çünkü sen benim çocuğumsun… İlk adımlarını benim kucağımda attın… Bütün sıkıntıları ve güzellikleri birlikte yaşadık… Ve en önemlisi beni ne kadar sevdiğini biliyorum… Ben sana kırılamam…” diyordu…

Büyülenmiş gibi ay’a bakmaya devam ettim, büyük bir mutluluk duygusu içinde… Çünkü affedilmiştim… Nankörlük etmiş olmama rağmen affedilmiştim… Ay güneş gibi parlamaya devam ediyordu… Sanki ay, Lefkoşa’nın üzerinde sadece benim için yükseliyordu… Lefkoşa, “işte ben koynumda böyle güzellikler taşırım…” diyordu…”

 

Bu bizim gibi eski sur içi Lefkoşa’lılar için büyük bir utançtı ama gerçekti.

Ancak, bir süre sonra, büyük ölçüde oradan ayrılmamakta direnen esnafımız sayesinde, şehrin yapısı düzelmeye başladı ve çok şükür ki bugün giderek canlanmakta olan bir Lefkoşa var. Herhangi bir güvenlik korkusu olmadan, sokaklarında yürünebilecek, kafelerinde rahatlıkla oturulabilecek, yaşanabilecek bir tarihi şehir.

İşte bu proje, bu şehre sahip çıkarak bugünlere gelmesine imkan verenlere, temsili olarak esnafımıza saygılarımızı, sevgilerimizi ve teşekkürlerimizi sunmak için geliştirilmiştir. KKTC Telsim Vodafone da, projeden etkilenerek sponsorluğunu üstlendi.

Proje çerçevesinde, Lefkoşa sur içi çarşı esnafının önemli bir bölümünün fotoğraflarını çekerek, bunları peş peşe üç sergide, Büyük Han’da sergiledik. İlk sergimizde 50, ikinci sergimizde 50 ve üçüncü ve son sergimizde 81 esnafımızın fotoğraflarını sergiledik.

Bazı esnafımızın fotoğraflarını, çeşitli nedenlerle bu projede sergileyemedik. Ancak sergilerde ve bu kitapta yer alamayan esnafımıza da aynı şekilde, sevgi, saygı ve teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Ayrıca, bu projenin gerçekleşmesini mümkün kılan KKTC Telsim Vodafone’a ve özellikle konuyla bizzat ilgilenen Genel Müdür Yardımcısı Fevzi Tanpınar’a da özel teşekkürlerimizi sunarız.

Süleyman Ergüçlü