“Gelmiş sokaklarımda turist gibi dolaşıyorsun… Nostalji yapıyorsun… Şimdiki sakinlerime aşağılayıcı bakışlarla göz atıp yürüyorsun… Doğduğun, büyüdüğün sokaklar boyunca yürüyüp geçmişi hatırlıyorsun… Ama sen nankörsün… Böyle gezilerle eğleniyorsun… Acı gerçeği görmüyorsun… Beni terk ettiğini hiç düşünmeden yeni sakinlerimi eleştiriyorsun… Sen nankörsün… Unutma, yıl 1954’tü… Sen dünyaya gelmiştin… Karababa’da… Seni bağrıma basmıştım… Kucaklamıştım… Daha sonra Lise’nin arkasına taşınmıştınız… Seni yine kucaklamıştım… Bütün sevgimle… Sonra 1958’de sadece seni değil, Çağlayan, Kumsal gibi semtlerde güvenlikte olmayan akrabalarını da kucaklamıştım… Sevecenlikle… Fedakarlıkla… Kapının önüne atılan göz yaşartıcı bombayı unutma… Evde otururken gözlerinizin nasıl yaşardığını unutma… 1963’ü de unutma… Yine surlarımın dışında yaşayan akrabaların, güvenliği benim kucağımda, senin Polis Sokak’taki evinde bulmuşlardı… Sen küçük bir çocuktun ama abilerin beni savunmak için ölümü göze almışlardı… 1974’e kadar birlikte yaşadığımız yoksullukları ne çabuk unuttun… Yaşadığımız acıları ne çabuk unuttun? Sokaklarımda lingiri oynadığını, top koşturduğunu, küçük eski yeşil bisikletinle dolaştığını, hisarlarımda kuş lastiğinle kertenkele avladığını nasıl unutursun? Yasemin kokularımı nasıl hatırlamazsın? Ama sonra ansızın beni beğenmemeye başladın… Gözün dışarılardaydı… Köşklüçiftlik, Kumsal, Yenikent gibi semtlerde… Ve çıktın gittin… Beni terk ettin… Peki şimdi niye ağlıyorsun “şehrim elden gitti” diye… Niye timsah gözyaşları döküyorsun?… Bana sahip çıkanlar, şimdi senin aşağılayıcı bakışlarla süzdüğün insanlar olmadı mı? Sokaklarım hâlâ sana açık, hisarlarımda hâlâ kertenkeleler var, yaseminlerimin kokusu hâlâ yerinde… Yeter ki sen iste… Ben buradayım…”